KARMAŞIK BİR ARKADAŞLIK: WARHOL VE BASQUIAT

Devasa bir kafatası gök mavisi bir tuvali delip geçiyor. Yağlı ve sprey boya darbeleri, figürün dişlerini açığa çıkarıyor. Andy Warhol’un dahi arkadaşı, Brooklyn’li ressam Jean-Michel Basquiat’nın 21 yaşındayken ürettiği bu eser, 2017 yılında 110 milyon dolara Sotheby’s bünyesinde düzenlenen bir müzayedede satılarak, Francis Bacon ve Pablo Picasso’nun eserleriyle aynı ligde yer aldığını ispat etmiş oldu, en azından maddi karşılığı bunu söylüyor.

Basquiat’nın dehasını açıklamak için belki de şu örnek kâfi: O hiçbir zaman sanat okuluna gitmedi, New York’taki galerileri gezip babasının evde çaldığı müziğe kulak vererek sanatı öğrendi. Dolayısıyla New York, onun için yalnızca yaşadığı şehir değil, tüm hayatını şekillendiren bir karakter oldu. Eline sprey boyayı alıp Manhattan sokaklarının duvarlarını semboller ve resimlerle donatıp, altına SAMO imzasını atmaya başladığında 17 yaşındaydı ve 21’ine geldiğinde artık kendini bir ressam olarak tanımlıyor, Soho da onu böyle biliyordu.

Basquiat 1982 yılında, zamanının çoğunu geçirdiği Soho’daki o restorana hiç girmemiş, onun yerine sokakları veya tuvalleri boyamaya devam etmiş olsaydı, biz muhtemelen bugün onu yine sanatı ve dehasıyla hatırlıyor olurduk. Jean-Michel Basquiat o gün o restorana girerek, kendini tanıtmak için yaptığı kartpostalları, sanat dünyasındaki en büyük kahramanı Andy Warhol’e sattı. Böylelikle, beş yıl sürecek ama uzun yıllar unutulmayacak karmaşık, tutkulu ve üretken arkadaşlıkları başlamış oldu.

Bu arkadaşlık, her iki sanatçının da çevresi tarafından onay gördü. Velhasıl, galerist Bruno Bischofberger, Basquiat ile Warhol’un dostluklarının ilk somut örneğini tarihe kazandıran kişi sayılıyor. Bischofberger, genç sanatçıyı Warhol ile bir öğle yemeğine götürüyor, birlikte bir polaroid çektiriyorlar ve ayrıldıktan birkaç saat sonra Basquiat, elinde henüz boyası kurumamış bir tabloyla geri dönüyor. Daha sonra “Dos Cabezas” olarak anılacak bu tablo, ikilinin polaroid karesinin Basquiat’nın gözünden yorumlanmış hali. Dos Cebazas ile ilgili Andy Warhol’un Bischofberger’e söylediği ise iki sanatçının karmaşık ilişkilerini özetler nitelikte: “Çok kıskandım! Benden daha hızlı!”

Bu başlangıcın ardından, sanat tarihinin tanık olduğu en yakın ve en sıra dışı ilişkilerden biri başlamış oldu. Warhol’un uzun yıllar stüdyo asistanlığını yapan Ronny Cutrone, kendi gözünden bu ilişkiyi “Çılgın bir sanat evliliği gibiydi ve ilginç bir çift olmuşlardı. Hisleri karşılıklıydı.” diyerek anlatıyor. Zaman içinde baba-oğul çizgisine kayan iletişimleri, kısa ömrüne rağmen içinde pek çok anı barındırıyor ve sadece bir sanat ortaklığı olmanın ötesinde; derin anlamlar taşıyordu.

TASCHEN’den yayımlanan; bu özel ilişkiyi her anıyla belgeler nitelikte olan “Warhol on Basquiat: The Iconic Relationship Told in Andy Warhol’s Words and Pictures” kitabı, bize o beş yılı daha önce pek görülmemiş arşiv fotoğrafları, Warhol’un çektiği kareler ve sanatçının kendi kelimeleriyle anlatıyor. Yaklaşık 400 fotoğraf ve 130.000 negatifle arkadaşlıklarını ölümsüzleştiren Andy Warhol’un devasa arşivi ayrıca Madonna, Keith Haring, Grace Jones gibi sayısız ikonun başrolde olduğu 80’li yılların efsane New York sanat sahnesinin de bir anlamda belgeselini sunuyor.