NURAY ADA

Sıraselviler’in kendine has binalarının içinde Yeni Hayat Apartmanı’nı ararken kim bilir kimler yaşadı bu binalarda diye düşündüm. Apartmanın içine girdiğiniz anda mekânın ham halini ve aurasını hissetmemek mümkün değil.

Girişte bizi karşılayan marmorino sıvalı duvarlar, antik ihtişamlı ayna ve avizeden sonra aşağı doğru inen merdivenlerin ardından açılan kapı adeta başka bir dünyaya uzanıyor. Uzun ve dar bir koridordan geçip binanın kendine has melankolik ışığı ile ilerliyoruz. Demir kapı ardından Nuray Ada’nın sesi yankılanıyor. Nuray Ada’nın atölyesi şahsına münhasır bir mekân. Alçak tavanlı karşılıklı iki kapı, içerisinde tüm eşsiz seramik işlerinin çıktığı üretim atölyesi ve muhteşem bir avlu. Sağ taraftaki bölmede, üretim ve seramik kurslarının yapıldığı alan var. Solda kalan oda ise Nuray Ada’nın kozası… Bir başına kalabildiği, dinlendiği alan. Kendine has bu yer sanki insanı yaratmaya ve kendi kendine kalmaya mecbur bırakıyor. 108 yıllık tarihi bina Belisarios Makropoulos isimli bir mimar tarafından inşa edilmiş. Atölyenin, geçmişte binanın müştemilatı veya kömürlüğü olduğu düşünülüyor. Ada’nın burayı seçmesinin en önemli sebebi atölyenin olmazsa olmazı ışık. Nuray Ada, aynı eserleri gibi ruhu olan yerleri seviyor.

Çocukluk Yılları…
Zonguldak doğumlu sanatçı, babasının maden mühendisi olmasından sebep çok farklı coğrafyalarda, doğayla iç içe bir çocukluk geçirmiş. İlkokul üçe kadar Malatya’da ve ardından Eskişehir’in Sazak köyü yakınlarında nefis bir yerleşim yerinde yaşamışlar. Kardeşiyle beraber babasının arazi tetkiklerine katılıp masal kitaplarında gördükleri hayvanları çıplak gözle görmek ve tanımak, hep keşif ve macera dolu bir çocukluk bırakmış hafızalarda…

Şu anda en büyük ilham kaynaklarından birinin doğa olması çok da şaşırtıcı değil. Sohbet ederken siluetimin arkasından görünen ağacın yapraklarının rüzgârda kıpırdayışını fark ediyoruz. ‘Pelin bakar mısın ne güzel bir ağaç’ dediği anda, Nuray Ada’nın ilham anlarından birine tanık oluyorum.

Ankara’daki kolej yıllarında değişen çevresi ve koşulların ona kattıkları geçmiş dönemiyle beraber renkli bir kişiliğe sahip olmasını sağlamış. Müzik ve doğa vazgeçilmezi olmuş hep. “Sonrası yurtdışı, Ege, İstanbul ve memleket keşifleri. Hepsi görgü, tecrübe olarak kişiliğime ve yaptığım işe yansıyor. Yalınlık hem işimde hem sosyal hayatımda beni iyi hissettiriyor.” diyor Nuray Ada.

Çamura Elimin İlk Değdiği An…
Seramikle tanışması 1977 yılına uzanıyor. Atölyede beraber gezinirken gözümüz siyah beyaz bir fotoğrafa takılıyor. Fotoğraf çamura elinin ilk değdiği günden bir anı. ABD’de Berkeley Üniversitesinin atölyesinde, İtalyan asıllı bir hocanın gösterdiği birkaç teknik ile aslında hayatında asla kapanmayacak bir sayfa açılmış oluyor. “Seramiğe bir kere bulaştıktan sonra eşimin işi gereği gittiğimiz Oregon’da tüm günümü kursta çamurla iç içe geçiriyordum. Sonrasında da hep seramiğin peşinden gittim. Hayatımdaki mutlulukları, kayıpları, hüzünleri hatta sağlık sorunlarını dahi işimle aştım ve aşmaya devam ediyorum.

ABD sonrası ailesiyle beraber İzmir’e yerleşiyorlar. İzmir Resim Heykel Müzesi’nde dört yıl boyunca çalışmalarını sürdürmüş. Hayatının bu noktasında çok kıymet verdiği bir ustayı hatırlıyor; Menemen’de saksıcılık yapan Hasan ustadan öğrendiklerinin onun için ayrı bir yeri var. Bundan sonrası İstanbul’da kendi atölyesini kurma macerası…

İstanbul’da Pozitif ve Babylon’un kurucuları Ahmet ve Mehmet Uluğ kardeşlerle yolları kesişiyor. Bu ikili, Nuray Ada’nın Tünel’de 20 yıl boyunca yaşadığı binayı ortak olarak satın alıyorlar. “Beyoğlu Tünel o dönem benim için büyük şanstı, Tünel’in en güzel zamanlarına tanık olduk. Tünel’deki hayatım, çatı katında yaşayıp alt katta, atölyemde üretmekle geçti.”

Ben Sanatçı Seğil Zanaatçıyım.
“Zanaat çok değerli bir şey. Sadece tek parça eserler yaratmıyorum. Hepsini kendi ellerimle şekillendirdiğim seramiklerden seri üretim yapıyoruz. Bu sebeple kendimi sanatçı değil zanaatçı olarak görüyorum. Başka bir iş yapmaksızın mesleğimle geçiniyor olmama hala şaşırıyorum. Sanırım bunu yapabilen birkaç kişiden biriyim.”

Şu sıralar tarihi Cağaloğlu Hamamı’nda açılan tasarım dükkânı ile ilgileniyor. “Teşhir ürünlerinin seçimlerini ve yerleşimlerini yapıyoruz. Tasarıma ait detayları bana soruyor çocuklar.” Aynı zamanda hamamda açılan yeni lokanta 1741’in servis tabakları ve çanakları da Nuray Ada’nın ellerinden… Bir süredir ara verdiği tornacılığa bu işin heyecanı ile tekrar başlamış. “Tornadan çıkan işlerin benim için ayrı bir değeri var çünkü hepsi tek tek yapılıyor. Biri diğerine benzemeyen kendi içinde harmonisi olan işler. Gerisi kalıplarla yapılıyor.” Lokantanın meze kaplarını hamam taslarından esinlenerek yaptıklarını söylerken bir yandan bize Feriköy pazarından aldığı ahududu likörünü ikram ediyor. Hepsi birbirinden farklı narin cam likör bardaklara servis yaparken, yine Feriköy pazarından alınan hamam taslarının nasıl kalıp olarak kullanıldığını öğreniyoruz.

Sohbetimizin sonuna yaklaşırken işlerine nerelerden ulaşabileceğimizi merak ediyorum. Müzeler, art shop’lar, Sultan Ahmet ve Kapalı Çarşı’da bulunan bazı turistik dükkanlarda, lokantalarda satılmasından mutlu olduğunu söylüyor.

Hepimiz Hak Ettiğimizi ve Kendi Seçimlerimizi Yaşıyoruz.
Geçmişte atölyesinde seramik kursları veren Nuray Ada artık bu işi beraber çalıştığı genç arkadaşlara devrettiğini söylüyor. “Birkaç teknik gösterdikten sonra insan çamurla tek başına meşgul olmalı. Öğrenmenin de keyif almanın da sırrı burada. Tecrübe, sadece çalışarak değil insan tanımakla oluşuyor. Baktığım zaman karşımdaki insanın ne düşündüğünü bana karşı ne hissettiğini anlayabiliyorum. Seçtiğiniz yolda aldığınız kararlar aslında bir sonraki adımı belirliyor. Hepimiz hak ettiğimizi ve seçimlerimizi yaşıyoruz. İzmir’den sonra çocuklarımla beraber yeni bir hayat kurmak için İstanbul’u seçmek zordu benim için. Tüm bu zorlu seçimler ve yollar beni seramikle buluşturdu. Her daim nefes aldığımı hissettirdi.”