AYLA ERDURAN

Dünyaca ünlü keman virtüözü Ayla Erduran ile röportaj yapmak üzere Gümüşsuyu’nun yolunu tuttuğumda heyecan içindeydim. Sanatla, müzikle, edebiyatla iç içe geçen; İstinye’de bir yalıdan Gümüşsuyu’na, Paris’e, New York’a ve hatta Moskova’ya uzanan bir yaşamı dinleyecektim.

YAŞANAMAMIŞ BİR İSTANBUL ÇOCUKLUĞU

Önceden yaptığım araştırmaları göz önünde bulundurarak İstanbul’la ilgili sorabileceklerimi not almıştım. 11 yaşına kadar İstanbul’da geçen bir çocukluk, Ayla Erduran’ın babası Ordinaryüs Profesör Doktor Behçet Sabit Erduran’ın edebiyat ve politika dünyasından arkadaşlarının ev ziyaretleri, 1920’lerde İstanbul’a yerleşen ünlü Macar virtüözü Karl Berger’den alınan müzik dersleri, annesiyle dünyanın dört bir yanını gezerek aldığı keman eğitimi ve dolayısıyla İstanbul özlemi… Konuşacak onca mevzu.

Elimde bir buket çiçekle eski bir İstanbul apartmanının üçüncü katına çıkıyorum. Kesinlikle 80’lerinde göstermeyen son derece hoş ve bakımlı bir bayan kapıyı açıyor bana. Hemen sarılıyoruz.

“Çiçekleri sevdiğimi nereden biliyorsunuz? Ne kadar incesiniz.”

“Siz ne kadar zarifsiniz bizi evinize kabul ettiğiniz için.”

“ANNEM; DİŞLERİMİ FIRÇALAMIŞ MIYIM, DUŞUMU ALMIŞ MIYIM, YEMEK YEMİŞ MİYİM, İLGİLENMEZDİ. BENİM İÇİN İSTEDİĞİ TEK ŞEY KEMAN ÇALMAMDI.”

Salonda eski resimler, bir piyano, Boğaz manzarası ve biz. Gözüme ilk çarpan yedi yaşındaki Ayla’nın siyahi dadısıyla olan fotoğrafı. Hemen anlatmaya başlıyor.

“Beni dadım büyüttü diyebilirim. Annem; dişlerimi fırçalamış mıyım, duşumu almış mıyım, yemek yemiş miyim, ilgilenmezdi. Babam ise muayenesinde hastalara bakardı. Kimse benimle meşgul olmuyordu. Dadım yedi yaşında ülkesine geri döndüğünde çok ağlamıştım. Annem Büyükada’da doğmuş, kemancı Ekrem Zeki Ün ile çalışmış. Benim de illa keman çalmamı istiyordu. İyi bir kadındı ama despottu. Hayat boyu canıma okudu. İyi ki de öyle oldu, yoksa bu hayata tahammül edemezdim.”

Çok güzel bir kadın olarak bahsettiği annesinin kemanla olan bağını, hatta pek de iyi çalamadığını anlattıktan sonra Karl Berger’e geliyor konu.

“Berger İstanbul’un hocasıydı. Çok büyük bir kemancıymış. Bütün kadınları kendine aşık ediyordu, güzel bir adamdı. Kemanını hayatımda bir kere dinledim. Narmanlı Yurdu’na ondan ders almaya giderdim. Sigara, sigara, sigara… Dersi bekliyorum. Beş yaşında bir çocuğu saatlerce bekletiyordu. Derse gitmeyi hiç sevmiyordum. Sonrasında kemanı da bıraktı. Hiçbir konser vermedi. İki talebesi vardı. Remzi Atak ve ben. Teknik öğretmiyordu, müziği öğretti. Ardından annemin konser vermemi tutturmasıyla, 11 yaşında Saray Sinemasında Çocuk Esirgeme Kurumu için ilk konserimi verdim. Sahneye çıkmadan önce korkudan hüngür hüngür ağladım. Ama Mozart D Majör Konçertoyu ve Beethoven İlkbahar Sonatını çok güzel çalmışım.”

EVET, BİR STRADIVARIUS’U OLMUŞ AYLA’NIN AMA YAŞAMI ÖYLE UZAKTAN GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ ŞAŞAALAR İÇİNDE GEÇMEMİŞ.

“Çocukluğumda halimiz vaktimiz yerindeydi. Ben kendi kendime keman çalmayı öğreniyordum. Pazar günleri evimizin misafir günü, benim içinse çocukluğumun kabusuydu. Ağırladığımız isimler arasında Prenses Fahrelnissa Zeid, Yahya Kemal, Yunus Nadi, prensler ve doktorlar vardı. ‘Bonjour Madame, Bonjour Monsieur’ ve beni maymun gibi keman çalmam için ortaya atarlardı. Annem yanılmamam için öyle baskı yapardı ki, hemen şaşırıverirdim.”

Böyle önemli bir sanatçının, üstesinden geldiği zorlukları duydukça şaşkınlığım artıyordu. Gerçekten de yüksek noktalara gelen kişiler hep zorlu yollardan geçiyorlar galiba…
“Çocukluğumda hiç arkadaşım olmadı. Mektebe de gitmedim. Eve özel hoca geliyordu. Berger’in anneme söylediğine göre okulda kolumu kırabilirmişim, keman çalmamı engellermiş. Evde kapalıydım, Taksim bahçesine bakardım, özgürce oynayan çocuklara imrenirdim. Evde sözlükleri okurdum. Hatta, Fransızcayı bu şekilde çözmüştüm. Evdeki plakları dinlerdim. Buna bayılırdım. Eğitimimi tek başıma yapmaya çalıştım. Sonrasında İstinye’de bir yalıya taşındık. Orada da arkadaşım yoktu. Yüzmeyi öğrendim ama. Cemal Reşit yakında oturuyordu. Bizim eve gelirdi. Kendisiyle İlkbahar Sonatını çaldım.”

OISTRAKH, FRANCESCATTI, GALAMIAN, BENVENUTI…

Sonrasında Ayla Erduran annesiyle beraber yurt dışının yollarını tutmuş. Önce Paris konservatuarı, ardından New York ve Moskova. Babasını yılda bir kere görüyormuş. Bu süreçte çok zorlanmış. Ancak dünyaca ünlü pek çok keman hocasıyla çalışma fırsatını yakalamış. Oistrakh, Francescatti, Galamian, Benvenuti…

İstanbul’a yıllar sonraki temelli dönüşü ise 17 yıllık bir İsviçre öğretim serüveninin sonunda gerçekleşiyor. Teyzesi ve çok sevdiği kuzeni, Erduran’ın şu anda oturduğu dairenin üst katında bir cinayete kurban gidiyor. Annesini kanserden kaybediyor. Canı gönülden bağlı olduğu Stradivarius kemanını satmak zorunda kalıyor. Hocalık yapmaktan hoşlanmıyor. Ve sonunda tavsiyeler üzerine memleketine geri dönüyor. Son 25 yıldır burada. İstanbul’da yaşadığı sürede plakları çıkmış. Erhan Karaesmen, Ayla Erduran’ı anlattığı, “Evlerimizi İç Işıklarıyla Aydınlatanlar Müzik ve Keman” isimli bir kitap kaleme almış. Alexander Rudin ile trio konser vermiş. Şimdi hala günde dört saat keman çalışıyor. Evdeki yardımcısı, koridorda yolumuz kesiştiğinde kulağıma fısıldıyor. “Ne kadar güzel çaldığını anlatamam.”

“20 YAŞINDA, BİR ORKESTRADA SOLİST OLARAK ÇALACAK DURUMA GELMEK VE BU YÖNDE KARİYERİNİ İLERLETMEK EVLİLİK VE AİLE HAYATINA UZAKTAN EL SALLAMAK ANLAMINA GELİYOR.”

Ben yine ısrarla çocukluğunun İstanbul’undan neler hatırladığını soruyorum, gözlerinin içi parlayan, her yanından sanat fışkıran Ayla Hanım’a.
“Küçük kemanımı alıp Berger’e derse giderken bindiğim kırmızı-yeşil tramvay, Abdullah Restoran, Markiz Pastanesi.”

Pekiyi, iyisiyle kötüsüyle hayatta çizmiş olduğu yoldan memnun mu acaba?

“Geriye dönüp bakınca, bana böyle bir kariyer için fikrimi sormuş olsalardı kabul etmezdim. 20 yaşında, bir orkestrada solist olarak çalacak duruma gelmek ve bu yönde kariyerini ilerletmek evlilik ve aile hayatına uzaktan el sallamak anlamına geliyor.” Nitekim 84 yaşında Taksim’in güzel bir evinde yardımcısıyla yaşıyor Erduran. Çerçevelerde beraber çalıştığı kemancıların ve dadısının siyah beyaz resimleri.